Erkekler Kadınları Neden Anlayamaz?

Daniel Goleman ‘ın duygusal zeka kitabına göre bunun cevabı aslında çok basit. İki cinsiyet de aslında aynı dünyaya doğuyor ama farklı hayatları yaşıyorlar. Bu da onları iki ayrı duygusal dünyada yaşamaya itiyor. Peki bu ayrım ilk olarak nerede başlıyor dersiniz?

Bu videomuzda, ilk olarak Doktor Daniel Goleman’ın Duygusal Zeka kitabı eşliğinde bu sorunun yanıtını 7 ayrı maddede sıralayacağız ve Daniel Goleman’ın bu konuda erkeklere ve kadınlara verdiği önerilere değineceğiz. Daha sonra, psikoloji profesörü John Gottman ‘ın çiftlerle yaptığı çalışmalarından çıkan çok önemli detaylara yer vereceğiz. Burada bir evliliğin devam etmeyeceğini gösteren 4 farklı işarete bakacağız ve bu araştırmalarda ortaya çıkan, bir evlilik için en ölümcül tavrı konuşacağız.  Dr. Scott Peck’in, Az Seçilen Yol kitabında, evliliği neden bir dağ kampına benzettiğini, kadın ve erkeğin evlilikte içine düşebilecekleri iki temel sorunla birlikte öğrenip oldukça şaşıracağız.

Kadın ve erkek arasındaki duygusal ayrımın kökeni aslında doğumdan itibaren başlıyor, arkadaşlık ve okul hayatıyla daha da perçinleniyor. İki cinsiyet arasındaki bu farkın ilk ortaya çıktığı yer aile. Doğdukları andan itibaren, aile hayatında kızlara ve erkeklere duygular konusunda oldukça farklı bilgiler verilir. Anneleri kızlarıyla, daha detaylı duyguları paylaşırken, erkeklerle bu duygular daha az paylaşılır. Bunun sonucu olarak, kız çocukları, duyguları daha ayrıntılı bir şekilde öğrenirken, erkekler bu konuda biraz geri kalırlar.

Bu konuda yapılan çalışmalar, kız çocuklarının dil yeteneğinin de, erkeklerden daha önce geliştiğini, bu durumun onların duygularını ifade etme ve duyguları anlama konusundaki yeteneklerini arttırdığını gösteriyor. Bu konuda da erkekler biraz geriden geliyor.

Peki okul ve arkadaşlık hayatı, kadın ve erkek iletişimini nasıl etkiliyor? Bu noktada ilk ayrım, arkadaş baskısı olarak ortaya çıkıyor. 3, 5 ve 7 yaşlarındaki çocuklarla yapılan bir çalışmada, çocukların giderek, yalnızca hemcinsleriyle iletişim kurma yoluna gittikleri saptanmış. Ta ki ergenliğe kadar. Bu çalışmada, 3 yaşındaki çocukların arkadaşlarının yarısı karşı cinsten olurken, 5 yaşında bu oran %20 ‘ye düşüyor. 7 yaşına gelenlerde de hemen hemen hiçbir yakın arkadaşın karşı cinsten olmadığı sonucuna varılmış. Bu sonucun alınmasında, her iki cinsin de “karşı cinsten arkadaşları” olmasından dolayı onlarla dalga geçileceğini düşünmeleri oldukça etkili. 

Kız çocukları ve erkek çocuklarının birbirlerinden giderek ayrıldıkları bu dönemin sonunda, yani ergenlik dönemlerinde, bu iki cinsiyet arasındaki iletişim farklılıkları biraz daha belirginleşmeye başlıyor. Bu konuya, ilk olarak şiddet eğilimiyle başlayabiliriz.

Daniel Goleman ‘ın Duygusal Zeka kitabından anlattığı gibi, ergenlik dönemine kadar, kız çocuklarında ve erkek çocuklarında kavgalar fizikseldir. Fakat ergenlikle birlikte, kızlar, kavga yerine daha incelikli saldırıları öğrenirler. Fiziksel şiddet göstermek yerine, ilişki kesme, psikolojik şiddet ve dedikodu yayma gibi davranışlara yönelirler. Fakat erkekler, en başta davrandıkları gibi davranmaya devam ederler ve açık şiddeti sürdürürler. Çünkü, kız çocuklarının öğrendiği bu incelikli saldırı yollarını pek öğrenememişlerdir. Burada, Sigmund Freud’un şu sözünü hatırlamakta fayda var: “Medeniyetin kurucusu ilk defa mızrak atmak yerine küfür kullanmış olan insandır.”

Kız çocuklarıyla, erkek çocukları arasındaki en belirgin farklar takıldıkları gruplar ve oyun esnasında ortaya çıkar. Kızlar dayanışmanın önemli olduğu, küçük ve ait hissettikleri bir grupla arkadaşlık yaparken, erkekler rekabetin fazla olduğu daha büyük grupları tercih ederler. Oyun oynarken karşılaşılan bir duruma da, iki ayrı cinsiyet farklı yanıt verir. Örneğin oyunda bir kız çocuğu düşerse, bütün kızlar ona destek olmak için yanına gider. Ama bu durum, erkek gruplarında böyle olmaz. Erkekler, daha çok, oyuna devam edebilmeleri için çocuğun ağlamasını kesmesini beklerler. 

Bütün bu yaşam deneyimleri, kız çocuklarını, duygularını ifade etme ve duygu okuma konusunda ustalaştırır. Erkek çocukları ise daha az maruz kaldıkları bu duyguları, detaylı bir şekilde öğrenemedikleri gibi, bildiklerini de saklama yollarını öğrenirler.

Yetişkin hayata gelindiğinde, kadınlar hem duygularını çok rahat gösterirler hem de karşıdakinin duygularını mikro ifadelerinden kolaylıkla anlarlar. Fakat, bu durum erkekler açısından böyle değildir. Örneğin bir kadın, mikro ifadelerinden bir erkeğin üzgün olduğu anlayabilirken, bir erkeğin kadının üzgün olduğunu fark edebilmesi için, kadının çok daha üzgün olması gerekir. Yani erkekler, daha belirgin olan ifadeleri okuyabilirler.

Karşısındakinin duygusunu anlamak, özellikle evlilikte çok daha önemli hale gelir. Kadınlar, detaylara daha çok dikkat ettiklerinden, evliliklerindeki sorunlara daha duyarlıdır. Yani onları daha çabuk fark ederler. Fakat erkekler, biraz da her duyguyu okuyamadıklarından olacak ki, evliliğin gidişatı konusunda her zaman daha toz pembe bir inanış içindedirler. Kadın için ortada önemli bir sorun varken bile, erkeklere göre her şey gayet güzel gitmektedir.

264 çiftle yapılan bir araştırmada, kadınların bir ilişkide en çok aradıkları şeyin, “sağlıklı iletişim” olduğu saptanmış. Yani kadınlar, ilişkileri hakkında konuşabildiklerinde, kendilerini daha yakın hissederler. Erkeklerse eşlerinin bu ihtiyacını her zaman anlamazlar ve bu durumu biraz gereksiz bulurlar. Kadınlar için, eşleriyle bir şeyler konuşmak çok güzel bir etkinlikken, erkek, daha çok bunu bir yerlerde zaman geçirmek ya da beraber bir şeyler yapmak olarak düşünür.

Daniel Goleman ‘ın Duygusal Zeka kitabına göre sizce çift terapistlerine gelen çiftlerin büyük çoğunluğu neden şikayetçi? Çiftlerin genel olarak şikayetçi oldukları durum kadın ve erkekte oldukça farklı. Erkekler kadınların mantıksız isteklerinden ve ani patlamalarından, kadınlar da erkeklerin söylediklerine aldırmamasından ve onu anlamamasından şikayetçi. Bu noktada şikayetler, kadının ve erkeğin duyguları anlama becerilerine göre farklılaşıyor. Burada, iki ayrı duygusal dünya çarpışıyor.

Çiftler, zaman içinde birbirlerini daha iyi anlıyor ve iletişim dillerini geliştirebiliyorlar. Ama bazı durumlarda, aradaki bu iletişim olumludan çok, olumsuz yönde ilerliyor. İlişkileri en çok zedeleyen davranışların başında, insafsız eleştiriler geliyor. Yani, yaşanılan durumdan ziyade, karşıdaki kişinin kişiliğine yönelik saldırılar.

Şöyle bir durumu ele alalım:

Helin ve Sinan birlikte çok özel bir gösteriye gidecektir. Helin gösteriden 15 dakika önce oradadır. Fakat Sinan bir türlü gelmez. Çünkü gösteride beraber atıştırmak için markette bir şeyler almaya girmiştir ve biraz fazla sıra beklemiştir. Helin içinden “Her zaman aynı şeyi yapıyor, bir şeyi de mahvetmese!” gibi bir düşünce geçirir. Sinan koştura koştura geldiğinde özür diler fakat Helin bu özrü kabul etmek yerine, şöyle der: “Ben de yine bir şeyi mahvedeceğini düşünmüştüm. Bu kadar düşüncesiz ve bencil olamazsın!” Bu noktada sonra, olay yerine, kişiliğe saldırı başlamıştır. Bu da her seferinde karşı bir savunma ile karşılık bulur. Belki de Sinan, “Her zamanki gibi, yine saçmalamaya başladın!” diyerek, tartışmayı iyice alevlendirecekti.

Peki Helin kişiliğe saldırı yerine, sadece yaşadıkları durumdan şikayet etseydi ve duygularını ifade etseydi nasıl bir tavır takınacaktı? Mesela, “Kaç senedir beklediğim gösteriye giremeyeceğimizi düşündüm ve çok üzüldüm.” şekilden hislerini paylaşabilirdi. Burada, Sinan savunmaya geçmeyecek ve tartışma büyümeyecekti, karşılıklı olarak birbirlerini gerçekten anlamış olacaklardır.

Sosyal hayvan kitabında Elliot Aronson’ın da belirtildiği gibi, ilişkilerdeki sorun, genellikle iletişim eksikliğinden kaynaklanır. İki tarafın da kendine has duyguları, endişeleri ve korkuları vardır. Bir problem ortaya çıktığında çiftler, bu duygularını açıkça dile getirmek yerine, karşı tarafından bu duyguları anlaması gerektiğini varsayarlar. Fakat karşı tarafın gerçekten ne hissettiğini anlamak, her zaman mümkün olmaz. Bu durum genellikle, eşlerden birinin karşı tarafa bir suçlama yönelttiği ve karşı tarafın da bu suçlamaya savunmacı bir karşı suçlama ile cevap verdiği şeklinde gerçekleşir. Ve ortada büyük bir iletişim eksikliği olduğundan, gerçek duygu ve düşüncelerden ziyade, o an ortaya dökülen düşmanca ifadeler etrafında bir iletişim sürdürülür. Bu da genellikle, çok yıkıcı olur.

İsterseniz evlilikteki iletişim eksikliğini ve gerçek duyguların paylaşmamasın doğuracağı sonucu ikinci bir örnekle açıklayalım. Evli çiftimiz, Ali ve Nazlı üniversite arkadaşları ile bir yemeğe gittiğini varsayalım. Bu yemekteki sohbet ortamında, hayvan hakları ile ilgili bir tartışma başlar. Bu tartışmada, Nazlı ve Ali farklı fikirdedirler. Nazlı’nın üniversite pati severler kulübünden arkadaşı olan Hakan, Ali ile bu konuda hararetli bir tartışma yaşarlar. Nazlı, hayvan haklarını savunan Hakan’ın yanında yer alır. Tartışma sonrasında da Hakan’la uzun uzun sohbet eder. Bu durum, Ali’nin gözünden kaçmaz ve onu oldukça tedirgin eder. “Acaba Hakan’dan mı hoşlandı?” gibi onu kaybetme korkusunun tetiklediği bazı düşünceler geçer içinden. Eve döndüklerinde, bu düşüncelerini eşiyle paylaşmak yerine, onu imalı bir şekilde suçlar ve onun açık açık Hakan’la flörtleştiğini söyler.

Nazlı’ysa ne kadar güzel fikirleri olursa olsun, hiçbir zaman eşinin onu takdir etmeyeceği düşüncesiyle girmiştir eve. O da bu duygularını eşiyle paylaşmamıştır. Bunların üzerine bir de eşinden duyduğu bu sözler, onu çileden çıkarmıştır.

Artık iki kişi, gerçek duyguları ve düşüncelerinden bahsetmezler, sadece o an birbirlerine yönelttikleri asılsız suçlamaların ve savunmaların çerçevesinde bir iletişim sürdürürler. Bu da, gittikçe iki tarafın da birbirine yabancılaştığı bir ortam doğurur.

Peki, sağlıklı bir iletişimde Ali ve Nazlı, nasıl davranırdı? Buradaki kilit şey, dürüstlük. Çünkü Sosyal Hayvan kitabında psikolog Elliot Aronson’ın da vurgulandığı gibi, dürüst bir konuşma, karşı tarafından savunmaya geçmeden dinlemesini ve sizi gerçekten anlamasını sağlar.

Ali, Nazlı’nın yanına gelerek, içten ve samimi bir sesle, bugün onu çok kıskandığını ve orada kendini yalnız hissettiğini söyler. Onu kaybetmekten korktuğunu, daha çok ilgiye ve cesaretlendirilmeye ihtiyaç duyduğunu anlatır ve ona sarılır.

Nazlı’da, Ali’ye, kendine bu aralar daha az güvendiğini ve fikirlerinin desteklenmesine, en azından onlara saygı duyulmasına çok ihtiyacı olduğunu söyler. Biraz daha fazla takdir ihtiyacı olduğunu anlatır ve ona sarılır.

Bu iletişim şeklinde, iki taraf da birbirinin ne hissettiğini ve neye ihtiyacı olduğunu net bir şekilde anlar. Egomuza ya da utangaçlığımıza karşı attığımız küçük bir adım, ilişkilerimizde harikalar yaratabilir.

Eskiden ekonomik şartlar, gelenekler, sosyal baskılar ve “el alem ne der” düşüncesi, evliliklerin yıkılmasını etkileyen bir faktördü. Fakat günümüzün modern toplumunda bu etki de ortadan kalkmış, evliliklerin sağlıklı bir şekilde devam etmesi için eşler arasındaki iletişimin önemi daha da arttırmıştır.

Yıllarca evli çiftlerle çalışmış olan ABD Washington Üniversitesinden psikoloji profesörü John Gottman, yaptığı gözlemlerle, bir evliliğin büyük olasılıkla devam etmeyeceğini gösteren dört temel işareti ortaya koydu. Profesör Gottman’a göre, bu işaretler şunlar:

(Her bir madde geldikçe, ara sayfaya madde eklensin ve açıklamasına geçilsin.)

Birincisi, sen dili kullanmak ve genelleyici ifadeler. Örneğin, “Sen her zaman aynı şeyi yapıyorsun!”, “Sen hiçbir zaman istediğim gibi davranmadın!”. Bu ifadeler, karşın tarafta, karşıdaki kişinin eyleminden ziyade, kişiliğine yönelik bir saldırı olarak algılanıyor ve anında bir savunma sistemini de devreye sokuyor.

İkincisi, karşıdaki kişiyi anlamaya çalışmak yerine, onun söylediklerini çürütmeye çalışmak ve savunmaya geçmek. Bu da yine, sen dilinin kullanıldığı ve aşırı genellemeci bir yaklaşım. “Sen sanki çok iyisin!”.

Üçüncü ve en yıkıcı olan davranış, küçümseme. Eşini küçümseyen ya da ondan bir şekilde tiksinen eşler, bu davranışları hem sözel hem de jestleriyle gösterdiklerinde, bu davranış, karşı tarafta oldukça yıkıcı sonuçlara yol açabiliyor.

Dördüncü ve son madde de iletişimden kaçmak ve duvar örmek. Kişilerin birbirlerine tahammül edememesi, aynı odayı bile paylaşamaması ve kendi içlerine çekilmeleri durumu.

İlişkileri en çok zedeleyen davranışların başında, insafsız eleştiriler geliyor. Yani, yaşanılan durumdan ziyade, karşıdaki kişinin kişiliğine yönelik saldırılar. Bu da hemen hemen her zaman savunmayla ya da duvar örmeyle sonuçlanıyor.

Burada, kişiliğe yönelik eleştirilere, bazen küçümseme ve tiksinme hareketleri de eklenir. İşte bunlar gözüktüğünde, çanlar da daha fazla çalıyor demektir. Çünkü dudak bükme, göz devirme gibi küçümseyici hareketler, karşı tarafa oldukça acı verir. Hatta Gottman’a göre, sürekli küçümseyici tavırlara maruz kalan kadınlar, daha fazla soğuk algınlığına yakalanır, mantar enfeksiyonlarına karşı daha zayıftırlar ve mide-bağırsak sorunları yaşarlar. Hatta Gottman, evlilikteki bu negatif iletişimle ilgili şu ölümcül tespiti yapmıştır: Eğer eşiyle 15 dakikalık bir konuşmada, bir kadının yüz ifadesinde 4 ve üstü tiksinme ifadesi olursa, bu durum, bu çiftin 4 yıl içinde boşanma olasılığının sessiz işaretidir.

Bu noltada isterseniz Doktor Daniel Goleman’ın daha sağlıklı bir iletişim ve evlilik için, kadın ve erkeğe verdiği iki ayrı öğüde kulak verelim.

Doktor Daniel Goleman, Duygusal Zeka kitabında, daha sağlıklı iletişim için kadına ve erkeğe iki ayrı öğüt veriyor. Goleman, Erkeğe, kadının şikayetinin kişisel bir saldırı olmadığını ve bahsedilen durum için kadına çözüm bulmak yerine, tartışmayı kısa kesmemesi ve onun anlaşıldığını hissetmesi için onu dinlemesi gerektiğini söylüyor. Yani konuşmaktan kaçmamayı öğütlüyor erkeğe.

Goleman’ın kadına önerisi ise daha farklı. Kadının, erkeğin kişiliğine saldırmaması ve onu aşağılamaması gerektiğini, herhangi bir konudaki rahatsızlığını dile getirirken bunu kocasına duyduğu sevgiyle beraber yapmasının daha iyi olacağını vurguluyor. Yani, biraz daha tatlı dili öne çıkarıyor.

Duyguları anlama becerilerinin farklılığından sonra, isterseniz bir de, evliliğe bakış açılarına göre iki ayrı cinsin karşılaştığı iki temel soruna odaklanalım ve Dr. Scott Peck’in kamp metaforuna bakalım.

Az Seçilen Yol kitabında eşiyle birlikte yaptığı çift terapilerinden bahseden Dr. Scott Peck, evliliği dağlara tırmanmak için eteklerde kurulan bir kampa benzetir. Bu noktada kurulacak kamp, oldukça önemlidir. Zirvelere tırmanmak isteyen kişilerin, iyi bir merkez kampı olmalıdır. Orada barınabilmeli, erzak ihtiyacını girebilmeli ve ihtiyaç duyulduğunda orayı bir sığınak olarak kullanılabilmelidir. Başarılı dağcılar, bu kampı hazırlamak için en az dağa tırmanmak kadar zaman ayırırlar.

Evlendiklerinde, kadın ve erkeği iki ayrı sorun bekler. Erkeğin sorunu, evlenir evlenmez, kampı unutup bütün enerjisini dağlara tırmanmaya vermesidir. Bu tek tarafa yüklenen çaba, merkez kampı ilgisiz bırakır. Erkek, tekrar kampa döndüğünde, hiçbir sorumluluk almadığı kampın kusursuz bir düzene sahip olmasını bekler. Ama ilgisiz kalmış kampı darmadağın bulabilir. 

Kadınların sorunuysa, evlendiğinde çoğu kadının hayatının amacına ulaştığını düşünmesidir. Yani, eteklerde kurulması gereken kamp, kadın için zirvenin kendisidir. Erkeğin başarılara ve deneyimlere olan ihtiyacını anlayamaz, onun bu duygularını paylaşamaz ve tepki gösterir. Bu da, erkeği kapana kısılmış ve sınırlandırılmış hissettirerek, kampı bırakıp gitmesine neden olabilir.

Sağlıklı evliliklerde, kamp yani evlilik, her iki bireyin de ortak ilgi ve enerjisine ihtiyaç duyar. Kampı birlikte inşa ederler, birlikte geliştirler. Ama zirvelere ayrı ayrı ulaşmaya çalışırlar. Buradaki zirveler bir başarı ya da insanın tekamül süreci olabilir. Eteklerde kurulan sağlam kampın amacı, bu süreçte, her iki bireyi de sonuna kadar desteklemektir. stock

Yani evlilik, çiftlerin her anını birlikte geçirecekleri bir süreçten ziyade, birbirlerine yer açacakları bir süreçtir de aslında. Çünkü, arada bırakılan boşluklar aslında ilişkiyi zenginleştirir. Kadın erkek ilişkileri ile ilgili bir video yapıp da ünlü psikolog Erich Fromm’dan bahsetmemek olmaz. Erich Fromm’un bu konuda söylediği şu söz aslında birlikte olan bu iki ayrı dünyayı çok güzel anlatıyor:

“Sevgide, iki varlığın bir olması, yine de iki kalması gibi bir paradoks ortaya çıkar.”

Erich Fromm

İsterseniz videomuzu bu konuda Halil Cibran ‘ın Ermiş kitabında evlilikle ilgili yazdığı satırlarla bitirelim:

Ama bırakın birlikteliğinizde boşluklar olsun,

Ve bırakın göklerin rüzgarları aranızda dans etsin,

Birbirinizi sevin, ama sevginizi bir zincire dönüştürmeyin,

Bırakın sevgi ruhlarınızın kıyıları arasında gidip gelen bir deniz olsun,

Birbirinizin tasını doldurun, ama aynı tastan içmeyin,

Ekmeğinizi bölüşün, ama aynı lokmayı yemeyin,

Birlikte şarkı söyleyin, dans edin, eğlenin ama her birinizin yalnız kalmasına izin verin,

Aynı müzikle titreseler de ayrı ayrı duran telleri gibi lavtanın.

Yüreklerinizi verin fakat teslim etmeyin birbirinizin eline

Çünkü bir tek Hayat avucunda tutabilir yüreklerinizi

Ve birlikte durun ama yapışmayın birbirinize:

Çünkü mabedin sütunları birbirinden ayrı durur,

Ve meşe ile selvi birbirinin gölgesinde yetişmez…

Halil Cibran

Hazırlayan: Gökhan Kösem

Buna Da Bakın

Mutlu Bir Hayat İçin 20 Tavsiye

küçük şeylerin kıymetini bilmiyoruz küçük balarılarınçünkü daha fazlasını hedefliyorum diyosun. bebekliğini hatırla…yavaş yavaş, her adımda …

İilşkilerimiz ve Biz

karşı tarafın kim olduğundan ziyade onu kim olarak düşündüğümüzle evleniyoruz mutlu evlilikte eşler birbirlerini değilsorunu …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir