Hindistan’dan bir fil getirtilmişti ve insanlar merakla onu görmeye geldiler.
Yalnız, ahır o kadar karanlıktı ki, onu gözle görmenin imkanı yoktu.
Onlar da, el yordamıyla fili incelemeye başladılar.
Biri hortumuna dokundu:
“Fil bir oluğa benziyor.” dedi.
Diğeri kulağına dokundu:
“Fil bir yelpazeye benziyor.” dedi.
Öteki ayağına dokundu:
“Fil bir direğe benziyor.” dedi.
Beriki sırtına dokundu:
“Fil bir tahta benziyor.” dedi.
Her kim nereyi ellediyse, fili ona göre anlatmaya koyuldu.
Herkesin elinde bir mum olsaydı, sözlerinde ayrılık kalmazdı.
Duygu gözü, ancak avuca benzer, avuç bütün fili elleyemez ki!
Denizi gören başka, köpüğü gören başka… Köpüğü bırak da, denizin gözüyle görmeye bak.
Köpükleri deniz yapar. Ne tuhaf ki, sen köpüğü görüyorsun ama denizi görmüyorsun.
Bizler, aydın denizin içinde yüzen gemileriz. Gözlerimiz bakıyor ama görmüyor, birbirimize çarpıp duruyoruz.
Ey ten gemisine binmiş, uykuya dalmış kişi!
Denizi gördün, ama denizin de bir denizi var…
Mevlana Sözlerine ve Şems-i Tebrizi Sözlerine de göz atabilirsiniz.